Fantastik Bir Dünyada RPG
Siteye hoşgeldiniz. Üye olmadığınız süre zarfında, forumumuzu gezebilir, bilgi edinebilirsiniz. Lakin, üye olmadan hiçbir şekilde konulara cevap yazamaz, konu açamazsınız. Bu fantastik dünyada yerinizi alamazsınız. Sadece bir dakikanızı ayırarak, siteye üye olabilirsiniz. Bu fantastik dünyada, fantastik bir maceraya, hep beraber, fantastik bir giriş yapabilirsiniz. Sizi aramızda görmekten onur duyarız. Sevgiler, admininiz...
Fantastik Bir Dünyada RPG
Siteye hoşgeldiniz. Üye olmadığınız süre zarfında, forumumuzu gezebilir, bilgi edinebilirsiniz. Lakin, üye olmadan hiçbir şekilde konulara cevap yazamaz, konu açamazsınız. Bu fantastik dünyada yerinizi alamazsınız. Sadece bir dakikanızı ayırarak, siteye üye olabilirsiniz. Bu fantastik dünyada, fantastik bir maceraya, hep beraber, fantastik bir giriş yapabilirsiniz. Sizi aramızda görmekten onur duyarız. Sevgiler, admininiz...
Fantastik Bir Dünyada RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Gina Hotaru

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Gina Hotaru

Gina Hotaru


Kadın Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 14/10/10
Yaş : 30

Gina Hotaru Empty
MesajKonu: Gina Hotaru   Gina Hotaru Icon_minitimePtsi Ekim 18, 2010 6:13 am

Hava çok soğuktu. Üşüyordu. Fakat yine de yürümeye devam ediyordu. Nereye gideceğini bilmiyordu. Unutmaya çalışıyordu olanları. Bu ıssız yerde tek başınaydı. Hava da çok karanlıktı zaten birisi olsa dahi görmezdi. O bir ölüydü en azından ölmüş olması gerekiyordu. Ancak şu anda yolda yürüyordu işte. Her yerinde yara izi vardı. Kafasından aşağıya doğru kan akıyordu. Giysilerine baktı. Harap olmuş ve kirlenmişti. Gözlerinden bir damla yaş aktı. Bir anda nasıl olmuştu da bunlar başına gelmişti. Her zamanki gibi okulundan evine doğru geliyordu. O gün her zamanki gibi normaldi. Kimseyle konuşmamıştı konuşamazdı da zaten. İnsanlar okulunda onu sevmezdi onunla cadı diyerek dalga geçerlerdi. Dalga geçmelerinin nedeni Rutherford adlı küçük kasaba köyünden bu lanet şehre taşınmış olmalarıydı. Bu şehre taşındıklarından beri onu ve ailesini kimse sevmemişti. Hep başlarına kötü olaylar gelmişti ama asıl en kötüsünü henüz başlıyordu. Evin kapısını açtığında genelde annesi o sıcacık gülümsemesiyle ona gülümser ve nazikçe onu karşılardı. Bu ona günün bütün stresini unutturur ve birkaç saat için olsa bile rahatlamasını sağlardı. Ancak bu sefer eve girdiğinde ne annesini bulabilmişti ne de babasını. İki kere yüksek sesle
‘Ben geldim.’
Demesine rağmen ne annesinin o incecik ve yumuşak sesini duyabilmişti ne de babasını kalın fakat nazik sesini. Evdeki odaların içine girerek panik içinde annesini ve babasını aramaya başladı. Endişelenmeye başlamıştı. Nereye gitmiş olabilirlerdi ki? Bir yandan da onların adını sesleniyordu. İlk baştan annesinin ve babasının kaldığı yatak odasına girdi. Oda adeta talan edilmişti. Annesinin ve babasının kıyafetleri yere atılmıştı. Annesinin sürekli karşısında oturup o güzel yüzüne bakarak uzun, düz, siyah saçlarını taradığı ayna yere düşmüş ve kırılmıştı. Makyaj masası, sandalye, dolaplar hepsi yerle bir olmuştu. Böyle bir durumda ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Şok olmuştu. Bir an için dizlerinin bağı çözüldü ve istemsiz olarak yere düştü. Cam parçalarının üstüne düşmüştü. Cam parçaları bacaklarının içine doğru girdi. Canı fazlasıyla acımıştı ancak o buna aldırmıyordu. Sadece boş gözlerle annesinin ve babasının yatağına bakıyordu. Girip başka odalara da bakması gerekirdi. Hemen ümitsizliğe kapılmamalıydı. Ancak kötü bir şeyler olmuş olmalıydı. Yoksa yatak odası neden böyle talan olmuştu. Kollarından destek alarak ayağa kalktı ve oturma odasına doğru yürümeye başladı. Evde her yer cam parçalarıyla doluydu. Yürürken dışarıdan bir çığlık sesi duydu. Bu ses acı dolu olmasına rağmen ses tonu o kadar güzeldi ki o bu sesin annesinden geldiğine emindi. Koşarak sesin geldiği yönü bulmaya çalıştı. Ama sesin geldiği yönü bulamıyordu işte. Sürekli daireler çizerek koşuyordu ve en sonunda başladığı yere geri dönüyordu. İyice paniklemişti. Etrafta delice koşuyor ve annesinin adını haykırıyordu durmadan.
‘Ahhhhhhhh!’
Diye sert bir çığlık duydu. Bu sefer çığlığın nereden geldiğini anlamıştı. Koşarak o yöne doğru gitti. Orada annesini gördü. Annesi yerde yatıyordu. Kıyafetleri yırtılmıştı. Yüzünde hafif bir çizik vardı. Onun dışında kolları ve bacakları çiziklerle doluydu. Halinden bayağı hırpalanmış olduğu anlaşılıyordu. Annesi o güzel gözleriyle ona doğru bakarak adeta fısıltıyı andıran incelikteki sesiyle;
‘Koş, kaç buradan!’
dedi. Sonra annesinin yanından iki iri adam çıktığını gördü. Hemen yanındaki ağacın arkasına saklandı. Fark edilmemiş olmayı umuyordu. Adamlardan biri ona doğru gelip ağacın orda durdu. O adeta nefes almıyordu. Çıkaracağı herhangi bir ses fark edilmesine yol açabilirdi. Adam yanına kadar geldi. Adamın soluk alış verişini hissedebiliyordu ancak yanına bakmaktan korkuyordu. O adamla yüz yüze galmekten korkuyordu. Adam yaklaşık 15 saniye orada durduktan sonra geriye döndü adam. Bu 15 saniye ona bir ömür kadar uzun gelmişti. Orada ağacın arkasında duruyordu. Ne yapacağını ya da ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Annesini korumalı mıydı? Ancak o iki adama karşı hiç şansı yoktu. Kendisi ne yapabilirdi ki. Annesini korumaya çalışırken o da ölebilirdi. Adamlardan birinin gülme sesini duydu. Yüksek sesle kahkahalarla gülüyordu. Annesi bir çığlık daha attı.
‘Yapmayın, bırakın beni ne olur bırakın beni!’
diye bağırıyordu annesi. Arkasına dönüp annesine doğru bakması gerekirdi belki ancak buna cesaret edemedi. Ne olup bittiğini görmekten korkuyordu. Bir süre boyunca adamların kahkahalarını duydu ve annesinin iç çekişlerini ve bağırışlarını. Yapmayın diye çaresizce bağırışlarını ve yalvarmalarını dinledi. Artık daha fazla dayanamazdı.
‘Yeter!’
diye yüksek bir sesle bağırarak saklandığı ağacın arkasından çıktı. Tabi iri yarı adamlardan biri onu görünce hemen onu yakalamak için peşinden koşmaya başladı. Hızla koşuyordu. Yüzüne ağaç dalları çarpıyordu ancak o aldırmıyordu. Koşarken bir ağaç dalına takılarak düştü. Dizleri parçalanmıştı. Yerdeki camlar yüzünden yeteri kadar yaralanan dizleri bir de orada düşmesiyle iyice paramparça olmuştu. Arkasına doğru baktığında adamın gittikçe ona doğru yaklaştığını fark etti. Hemen ayağa kalkıp koşmaya devam etti. Böyle uçurumun önüne kadar son hızla koştu. Uçurumun tam önünde durdu. Uçurumun hemen bitişinde küçük bir dere akıyordu. Oraya atlamalı mıydı? Ama hayatta kalma şansı çok düşüktü. Bu sırada adam ona yetişmişti onu belinden kavramıştı. İlk başta adamı itmeyi denedi ama başarısız oldu adam ondan çok daha güçlüydü. Çaresizce çırpındı. Adam onu iyice kendisine doğru çekmişti. Adam ellerini onun belinden aşağıya doğru indirmeye başlamıştı. Tam o sırada adamın yüzüne doğru sertçe bir dirsek attı. Bu adamın sendelemesine ve onu tutan ellerini hafifletmişti. Bunu fırsat bilip hemen dereye atladı. Dereden aşağıya doğru düşerken tüm hayatının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Tam aşağıya düştüğünde bir an için hafif bir soğukluk hissetti ancak sonra bütün hisleri kayboldu. Hiçbir şey hissetmiyordu sanki dünya sadece bir boşluktan ibaretti. Kocaman siyah bir boşluk. Sonra küçük bir ışık gördü. Göz kapakları hafifçe aralanmaya ve Dünya renklenmeye başlamıştı. Yüksek sesle bir kez öksürdü ve akciğerlerindeki bütün su ağzından dışarı çıktı. Etraf bir süre ona bulanık göründü. Etrafındaki nesneleri ve cisimleri tam olarak seçemiyordu. Sonra bir insan bedenini seçebildi. Yaklaşık yirmi ile yirmibir yaşlarında bir çocuk ona bakıp gülümsüyordu.
‘Merhaba ‘
dedi çocuk sakin ve nazik bir sesle;
‘Benim adım Jake.’
Bu sözleri duyduğunda kulaklarına inanamadı. Bu şehirdeki insanlar sürekli o ve ailesinden nefret etmişti ancak burada karşısında duran bu yirmi ile yirmibir yaşlarındaki adam onun hayatını kurtarmıştı. Bu çok olası bir şey değildi. Adam ona doğru dönüp
‘Peki senin adın ne küçük kız?’
diye sordu. Cevap vermemeyi tercih ederdi. Şimdilik bu adama güvenemezdi. Ayağa kalkmayı denedi ama sendeleyerek tekrar yere düştü. Jake onu kolumdan tutarak
‘Bekle sana yardım ediyim’
dedi. Daha sonra koluna girerek onu evine kadar taşıdı. Jake’in evi çok küçük bir evdi. Barakayı andırıyordu. Açık kahverengi çatısı olan bu evin dışı komple koyu kahverengiye boyanmıştı. Sadece kapı beyaz renkteydi. Kapıyı açıp içeri girdiler . İçerisi mavi ve mavinin tonlarıyla boyanmıştı. İki odalıydı ancak bu iki oda kocamandı. Evi sıcacık tutan bir şömine vardı. Evdede kocaman iki kişilik bir yatak vardı. Jake onu nazikçe yatağın üzerine bırakıp yemek hazırlamaya koyuldu. Ona dönüp
‘Umarım açsındır.’
Dedi gülümseyerek. Ne kadar da iyi yürekli bir çocuğa benziyordu. Ama hemen yumuşamamalıydı ve hep tetikte durmalıydı. Bu işin altından ne çıkacağı belli olmazdı. Jake ona bir yandan yemek hazırlarken bir yandan da şarkı mırıldanıyordu. Bu melodi ona bir yerden tanıdık geliyordu ancak tam olarak çıkaramamıştı. O sırada başucunda duran bir fotoğraf dikkatini çekti. Bu fotoğrafta Jake ile bir erkeğin fotoğrafıydı. Sanırım fotoğraftaki çocuk Jake’den iki ya da üç yaş küçüktü. Yüzü son derece masum ve güzeldi. Jake ile bu oğlan birbirlerine sarılmışlardı bu fotoğrafta. Çocuğun yanakları kıpkırmızıydı sanırım fotoğraflarının çekilmesinden utanmıştı. İçinden;
‘Ne kadar da tatlı görünüyorlar’
Diye düşündü ve ardından hafifçe gülümsedi. Bir yandan Jake’in
‘Yemek hazır!’
Diye bağırdığını duydu. Yavaşça ayağa kalmaya çalıştı ancak ilk denemesinde yere düştü. Sonra ayağa kalkmayı başardı. Mutfağa doğru yürüdü. Burnuna yemek kokusu geliyordu. Sanırım mantar sote yiyeceklerdi. Aslında mantarı pek sevmezdi ama o kadar açtı ki ve yemeğin kokusu da o kadar güzeldi ki mantar yemeğe razıydı. Küçük yemek masasına oturdu. Evde yalnız başına oturan bir adam için ev fazlasıyla düzenliydi. Jake mantar soteyi onun tabağına koydu. Tabağı silip süpürdü. O an için mantar sotenin tadı yiyebileceği her türlü yemekten daha tatlı gelmişti. O sırada Jake tabağını alıp ona bir tabak daha mantar sote koymak için ayağa kalktı ama o Jake’i durdurdu. Daha fazla yemek almak kabalık olurdu. Oturup Jake’i yemek yerken seyretmeye daldı. Oldukça yakışıklı bir çocuktu. Ela gözleri ve simsiyah saçlarıyla bembeyaz teni mükemmel bir uyum yaratmıştı. Uzun boyu, geniş omuzlarıyla vücudu da tam anlamıyla mükemmeldi. Sesi mutlu geliyordu ancak bakışlarına dikkatli bakıldığında bakışlarında hüzün vardı. Belli ki geçmişte hüzünlü bir hikayesi vardı. Aklına yatak odasında gördüğü fotoğraf geldi. Onunla ilgili herhangi bir soru sormalı mıydı? Yoksa hiç sormamalı mıydı? Sormamanın en iyisi olduğuna karar verdi. Jake’in nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu nasıl olsa. Belki de ona çok sinirlenecek ve kızacaktı ki bunun olmasını istemezdi. Belki de mutsuz olacak ve hüzünlenecekti ki bunun olmasını hiç istemezdi. Ancak ağlayacağını hiç sanmıyordu Jake’in. Hiç ağlayan bir tip gibi gelmemişti ona Jake. Daha çok bir sürü sorun yaşayan ama sorunlarını başkalarıyla paylaşmayarak kendi içinde halleden biri gibiydi. Yani umurunda değilmiş gibi davranacaktı ama içten içe çok üzülecekti Jake. Onu tanıdığı bu kısa zamanda böyle bir yargıya varması onu da şaşırtmıştı. Ama sanki Jake’i daha henüz görmemiş de çok önceden tanıyormuş gibi hissetti. Oysaki biraz önce evine girmekten bile şüphelenen o şu anda adeta Jake’in geniş omuzlarına sarılarak ona başından geçenleri anlatacak ve sonsuza kadar onun yanında kalmak için yalvaracaktı. Ama bunu yapamazdı. Güçlü olmalıydı ve annesini bulmalıydı. Sonsuza dek Jake’in yanında kalamazdı olmazdı. Jake’in
‘İyi misin,solgun görünüyorsun.’
Demesiyle birlikte düşüncelerinden uyandı ve gerçek yaşama döndü. Jake ona şaşırmış gibi bakıyordu. Hafifçe gülümsedi sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Sanırım delirmişti ama artık delirmesinin bir önemi yoktu. Tek önemli olan annesini ve babasını bulabilmekti onun için. Ama olanları düşündükçe sadece annesini ve babasını bulmak değildi istediği. Annesini ve babasını bulup bunca zaman onlara acı çektiren onlarla alay eden kişileri susturabilmek istiyordu sonsuza kadar. Bu Dünya’daki iyiliği hak eden insanların adına biri insanları aşağılayan, insanlara kötü davranan insanları atmalıydı bu Dünya’dan. Aklı olan ama kullanmayan, kendilerini çok değerli sanan ancak değersiz olanlar, insanlar acı çektikçe insanların acısına gülen bu insanlar ölmeliydiler. Son nefeslerinde pişman olmalıydılar yaptıkları zulme ve haksızlığa ancak çok geç olduğunu bilmeliydiler. İşte tüm bunları hayal ediyordu gülerken ancak bir gün bunlar hayal olmaktan çıkacak ve idealleri haline gelecekti. Jake yavaşça yanına gelip sırtına dokundu.
‘Sakinleş; her şeyden önce bir kendine gel.’
Diyerek gülümsedi. Gülümsemesi melekleri andırıyordu. Ancak şu an omzunu tutmuş bu adam bir melek miydi, yoksa bir son derece yakışıklı bir şeytan mıydı? İşte bu sorunun cevabını henüz bilmiyordu.
‘Sana hayat hikâyemi anlatmamı ister misin küçük kız?’
Diyerek cevabını beklemeden hayat hikâyesini anlatmaya başladı. Son derece ilginç bir hayat hikâyesi vardı. Eskiden çok zengin bir ananın ve babanın çocuğu olmasına rağmen annesinin ve babasının hiçbir zaman onaylamayacağı bir şey yapmıştı. Annesi ve babasına göre çok yanlış görünen bu hata ona göre gayet normal ve insani bir duyguydu. O bir erkeğe âşık olmuştu. Bir erkek olmasına rağmen yine de son derecede güzel bir yüzü olan ve ona göre birçok kadından daha güzel olan bir erkekti bu. Bu erkek son derece fakir bir aileden gelmesine rağmen duruşuyla, davranışlarıyla, altın sarısı saçları ve büyükçe koyu mavi gözleriyle çok etkilemişti Jake’ i. Onun Jake’ in ten renginden bile daha açık beyaz bir teni ve incecik narin bir vücudu vardı. O incecik narin vücuduyla Dünya’ya meydan okur gibi bakardı gözleri. Asi ve bir keçi kadar inatçıydı. Kafasına koyduğu bir şeyi mutlaka hallederdi ve karşısına dağlar çıksa bile onu hedefe sapmaktan alı koyamazdı. Jake’de hayatı boyunca güçlü bir fiziği olmasına rağmen kişilik olarak çok zayıf bir insan olmuştu. Hep ailesinin altında ezilmiş ve onlar ne derse hep onu yapmıştı. Bir senarist olmak isterken sırf ailesi onun senarist olmasını istemediği ve aile mesleği olan mimarlığı devam ettirmek için senaristlik hayallerinden vazgeçmişti. Ancak kararlıydı ve tek aşkı olan Will’den ailesi yüzünden vazgeçmeyecekti. Fakat eğer bir erkeğe âşıksa onu elde etmek için çok çalışması gerekecekti. Çünkü bu tarzda ilişkiler insanlar tarafından tercih edilmez ayıplanırdı. Herkes onlara kötü gözle bakacak herkes onlardan nefret edecek olsa bile fark etmezdi bu Jake için. Ancak Will için de aynı şeyler söylenebilirimiydi ki. Peki ya Will ona âşık değilse. O zaman onun etrafında dolaşmayacak mıydı artık. Yoksa onun aşkı için savaşacak mıydı? Hayatında ilk kez biri için bu kadar büyük bir istek duyuyordu. Her gün okul çıkışları Will’in gittiği üniversiteye gidip onun okuldan çıkmasını beklemeye başladı. İlk başlarda Will onu fark etmesine rağmen onun arabasına gelmekten utanmış ve yürümeyi tercih etmişti. Hatta bir gün ona bağırmış ve onu bir daha okulunun önünde onu görmek istemediğini söylemişti. Ancak Jake bıkmadan her gün Will’in gittiği üniversitenin önüne gelmişti. Bir süre sonra da Will söylenerek bile olsa onun arabasıyla gitmeye başlamıştı. Her gün konuşuyorlar ve her gün Jake Will’e ondan hoşlandığını söylüyordu. Will tersliyor, utanıyor, böyle ilişkilerin normal olmadığını ona söyleyip duruyordu. Ama Jake ne yapabilirdi ki? Duygularını kontrol edemiyordu. Bu sayede her gün konuşmaya başlamışlardı. Zamanla Will’de Jake’den hoşlanmaya başlamıştı. Ona ne kadar kızsa ve ondan ne kadar nefret ediyor gibi görünse de aşktı bu işte. Birlikte dışarıda buluşmaya da gidiyorlardı artık. Ancak bu ilişki gittikçe Jake’in ailesini rahatsız etmeye başlamıştı. Her gün Jake’e evlenmesi için birbirinden güzel kızlar getirmelerine rağmen Jake umursamıyordu. Kızlarla ilgilenmiyordu bile onun için Will’den başkası yoktu. Ailesi Jake’in böyle hissettiğini anlayınca bu sefer Will’in üstüne gelmeye başlamışlardı. Onu Jake’den ayrılmaya ikna etmeye çalışıyorlardı. Jake zengin bir ailenin çocuğu olduğu için bu ilişkileri zamanla medyanın da dikkatini çekmeye başlamıştı. Jake’in ailesi bu yüzden yeterince sıkıntıya düşmüşlerdi. Eskiden çok güvenilen bir inşaat şirketi olmalarına rağmen artık insanlar onlara güvenmemeye ve başka şirketlerle çalışmaya başlamışlardı. Jake’le Will’in ilişkisinin elbette ailesinin mimari başarılarıyla bir ilgisi yoktu ancak insanlar geri kafalıydı işte. Sırf erkek erkeğe olan ilişkilerden nefret ettikleri için Jake’den ve ailesinden de nefret etmeye başlamışlardı. Bu da rakip inşaat şirketlerinin işine yaramıştı tabi. Bu olayı uzattıkça uzatıyorlardı. Jake’in ailesi bir oğlan çocuğu için yıllarca uğraşarak bu hale getirdikleri şirketlerinin batışına göz yumamazlardı. Artık gözleri dönmüştü. Ne yapıp ne edip o çocuktan kurtulmalıydılar. Elinden geleni yapmalarına rağmen ikisinin aşkına engel olamıyorlardı o halde tek bir çözüm kalmıştı. Will’i öldürmek! Tabi bir yandan da Will olanlara çok üzülüyor ve Jake’e artık ayrılmaları gerektiğini söyleyip duruyordu. Ama Jake ayrılmamaları için elinden geleni yapıyor ve bir şekilde Will’i ikna ediyordu. Ancak bir gün olan oldu. Ailesinin tuttuğu kiralık katil Will’i öldürdü ve Jake de delirdi. Ne yapacağını bilemiyordu. Hayatta en çok değer verdiği insan gözünün önünde öldürülmüştü. Restorandan çıktıklarında nereden geldiği belli olmayan bir kurşun Will’in kafatasını delip beynini patlatmıştı. Will yavaşça yere düşerken Jake’de ona bakmış ve hayatında ilk kez gözlerinden bir damla yaş süzülmüştü. Zaten Will’in bir şekilde öleceğini ve en acısı ailesi tarafından öldürüleceğini biliyordu. Bunları bile bile Will’le çıkmaya devam etmişti. Will’in katili ondan başka kimse değildi. Madem katil olmuştu o zaman bu işi hakkıyla yapmaya karar verdi. O gün eve geldiğinde cinnet geçirip ailesini öldürmüştü. Hem de bir saniye bile duraksamadan. Ne yaptığından emin bir şekilde gitmişti ve annesinin boğazını kesmişti. Annesinin ölmeden önce ona şunları söylediğini hatırlıyordu;
‘Biz ne yaptıysak senin iyiliğin için yaptık fakat sen neden…’
Cümlesini bitiremeden gözlerinin önünde can vermişti annesi. O sırada babası girmişti odaya. Acı bir şekilde bağırmış ve oğlunun üstüne yürümüştü sinirlice. Oracıkta onu da öldürmüştü Jake. Bıçağı babasının midesine saplamıştı. Babasının ölmediğini görünce bir kez daha ve bir kez daha saplamıştı bıçağı babasının midesine. Ta ki çırpınmayı kesip ona bağırmayı bırakıncaya kadar. O zamana kadar gözünü kırpmadan bıçak darbeleriyle vurmuştu babasına. Hatta öldükten sonra bile hırsını alamayıp iki kez daha bıçak saplamıştı. Ancak bu bıçakları midesine değil de kalbine saplamıştı. Orası boş mu yoksa dolu mu onu anlamak için. Etraf kan revan olmuştu. Üzerindeki beyaz gömlek kanla kaplanmıştı. Üstelik Allah bilir kaç paraya alınmıştı bu gömlek ona ailesi tarafından. Artık bir önemi yoktu. Ailesi ona gömleği kirlettiği için kızamazlardı ki? Ağzından boğuk bir çığlık yükseldi sonra hemen elleriyle ağzını kapadı. Ancak çok geç kalmıştı. O sırada oradan geçen biri onu fark etmişti bile. Bir kadın çığlık çığlığa bağırıyordu. Eliyle sus işareti yapmasına rağmen durmadan bağırıyordu kadın. Jake koşmaya başladı. Hızlıca kaçıyordu. Olanlardan kaçıyordu yoksa polislerden hiç korkusu yoktu. Yaptıklarından delirmekten korkuyordu, kendisinden ve o evden kaçıyordu. İşte o günden sonra tek başına buralara kadar gelmişti. Bu evde kendini cezalandırırcasına insanlardan kaçarak yaşıyordu.
Bu hikâyeyi duyunca tüyleri ürperdi. Jake o kadar gerçekçi anlatmıştı ki kendisini Jake yerine koymuştu. Bu çok acıydı. Jake sanki bunu anlamış gibi:
‘Senin canını sıkmak istemezdim, özür dilerim.’
Dedi usulca.
‘Ancak benden korkmana gerek yok. Sana zarar vermeyeceğim.’
Ama zaten ondan korkmuyordu ki. Belki eskiden olsa korkardı ancak şu anda onun gözüne iyilik meleği gibi geliyordu. Geçmişi nasıl olursa olsun gerçek buydu.
‘Senden korkmuyorum!’
Dedi cesurca. Cesaretle alakası yoktu hâlbuki buna kalbiyle inanarak söylüyordu. Jake bu sözleri duyunca gülümsedi ve
‘Ben yatmaya gidiyorum iyi geceler’
Dedi. Onun beklediği sözler bu değildi. Jake’e gülümsedi ve
‘İyi geceler’
Diyerek cevap verdi Hâlbuki demek istediği o kadar çok söz vardı ki. Hepsi boğazında düğümlenmişti. Ne de olsa onu bir daha hiçbir zaman görmeyecekti. Jake’in uyumasını bekledi sonra dışarı çıktı. Annesini bulmalıydı. Yürüyerek evlerinin olduğu yere geri döndü. Annesinin cesedini orda bulmuştu. Annesinin güzel ve yalnız cesedini. Kimse gelmemişti yanına önemsememişti onu. Onun öldüğünden bile haberleri yoktu belki de. Bir süre ağladı annesinin çıplak cesedinin yanında. Sonra onu gömdü ve yemin etti annesinin intikamını almaya. İşte yürüyordu. Geçmişini hatırladığı o an için sanki başladığı yere geri dönmüştü. Harap olmuş giysileri kafasından akan kanla kıpkırmızı olmuştu. Yapması gereken yürümek değildi yanlış yoldaydı. Savaşmayı öğrenmeli ve annesinin intikamını almalıydı. Fakat ona savaşmasını kim öğretecekti ki. Bir an için aklına Jake geldi. O savaşmayı biliyor muydu acaba. Ne kadar onu bir daha görmeyeceğinden emin olsa bile ona geri dönmek istiyordu. Aklında aşka dair herhangi bir duygu yoktu ancak gidecekti yanına işte. İçinden bir ses bunun en iyisi olacağını söylüyordu. Bu kadar yürüdükten sonra o yolu tekrar geri döndü. Dediği gibi başladığı yere geri dönüyordu işte. Hava aydınlanmaya başlamıştı. Annesinin vahşice öldürülmesinden sonra iki gün geçmiş olmalıydı. Belki de üç, günleri saymayı bırakmıştı artık. Jake’in evine geri geldiğinde Jake’in dışarıda onu beklemekte olduğunu gördü. Biraz şaşırdı.
‘Senin geri geleceğini biliyordum.’
Sonra da daha da şaşırtıcı bir şey söyledi;
‘Evet derse başlıyor muyuz küçük kız.’
Dedi gülümseyerek. Gülümsemesi o güzel bir yüz için fazla korkutucu ve sinsiceydi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Gina Hotaru
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Fantastik Bir Dünyada RPG :: Rp Puanlatma :: Rp Puanlatma-
Buraya geçin: